Daha önceki bir yazımda, 1800’li yıllarda İngiltere ve Fransa’da
yayımlanan gazetelerde, bulunduğumuz
coğrafya için “Türk Yurdu” deyiminin kullanıldığını ifade etmiştim.
Teröristbaşı Öcalan’a ilk heyetin gitmesinden bu yana aradan 1.5 ay geçti. Bu
hafta içerisinde de BDP’li milletvekillerinden oluşan ikinci heyet
hazırlıklarını tamamlıyor.
İlk heyetin ziyaretinden bu yana adına “İmralı süreci” denilen
yeni bir aşama ve pozisyon tartışılıyor. Türkiye’nin bölünme kaygısından
tutunda; ağır hamasete yaslanan nutuklara kadar, siyasi retorikler ülkenin
başat gündeminden düşmüyor. Gerek gazetelerdeki köşe yazıları, gerekse
televizyondaki programlarda herkes bu süreci yorumluyor. Siyasilerin ve ülke
aydınlarının kavramlar dansı, biraz tarihten yoksun, biraz da entelektüel
birikimden yoksul konuşmalar, ne yazık ki özellikle yakın tarihimizden de
bihaber bir seyirde devam ediyor. M. Kemal Atatürk önderliğindeki “kurucu
meclis”ten çıkan 1921 anayasası ve 1924 anayasalarına şöyle bir göz atmadan
fikir sahibi olanlar, Atatürk’e koyu iftira atmaktan ve söylemediklerini
söylemiş gibi ifade etmekten de geri durmuyorlar. Mesela, mevcut anayasa dahil,
1921, 1924 ve 1961 anayasalarında yer almış “vatandaşlık” tarifi ne ile izah
ediliyor? Vatandaşlık ve yurttaşlık, bir aidiyet ya da ulus tarifi değildir.
Vatandaşlık ve yurttaşlık kavramlarına, sözlükte yer alan tarifine bir
göz attıktan sonra, anayasada yer alan yükümlülüklerinin de ne manaya geldiğini
rahatlıkla anlayabiliriz. Vatandaşlık, genellikle bir ülke olan politik kurumların bir parçası olmak
demektir. Anayasal ülkelerde, o ülkede yaşayanların devlet tarafından anayasada
vaadedilen haklardan yararlanmaları
için o ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olmaları gereklidir. Bu kişilere vatandaş denir. Vatandaşın politik
katılım hakkı vardır. Her anayasal ülkenin vatandaşlık gereklilikleri
anayasalarına yazmaktadır.
1945’de çok partili
siyasal hayata geçiş esas alınırsa, Türkiye’de demokrasi deneyimi, kesintiler
de dahil, kırkbeş yıl gibi nispeten kısa bir zaman dilimini kapsamaktadır. Ne
yazık ki, bu süre zarfında işler bir demokrasi kurmanın ve yerleştirmenin tam
anlamıyla başarılamadığı bir gerçektir. Başarısızlığın sebebi, şüphesiz zamanın
kısalığından çok; demokrasinin arka planını teşkil eden kurumların, değerlerin
ve kavramların işlevlerinin tüm boyutlarıyla keşfedilememiş olmasıdır. Yurttaşlık,
bu kurumlar, değerler ve kavramların kalbinde yer alan dolayısıyla demokrasinin
sine qua non niteliğindeki parçasıdır. Bu yazıda, yurttaşlığın demokrasi,
özellikle çağımızda ideal tür olan katılmacı demokrasi açısından ifade ettiği
anlamı ve işlevi üzerinde durulacaktır. Böylece, Türk demokrasi deneyiminin
arka planındaki bazı eksiklikleri anlamaya yönelik kavramsal/kuramsal ipuçları
sağlanacağı umulmaktadır.
Latince (civis) ve
Yunanca (polites) kökenleri itibariyle, yurttaş, en basit anlamda bir siyasal
topluluğun üyesi demektir. Özellikle
eski Yunan’da şehir devletinde (polis) yurttaş; kölelerden ve meteklerden, yani
yabancılardan ayrıcalıklı olarak şehrin siyasal hayatına katılma hakkı olan zümreyi
ifade eden bir kavramdı.
Eski Yunan’da yurttaşların elde ettikleri katılma hakkı doğuştan kazanılan bir
haktı; bu da, Yunanlıların ana ve babalarının üyesi oldukları şehirlerin
yurttaşı olarak kalmalarından kaynaklanmaktaydı.
Türkiye, bin yıldır
“homojen” bir yapıda ülke ve devlet
olmadı. Tam tersi “heterojen”
özellikleri içerisinde barındıran bin yıllık devlet geleneğini Türkiye
Cumhuriyetinde de sürdürüyor. Özellikle MHP ve CHP cenahında yer alan temel
görüşte; “Türk Ulusu” kavramının, bu
coğrafyada yaşayan tüm etnik kökenlere şümul olduğu iddia edilmektedir. Bu
iddia ya da görüşün doğruluğu, muhataplarının kabulüyle mümkündür. Oysa
muhataplar bu tarifin içinde olmadıklarını söylüyorlar. 1980 darbesiyle
başlayan “Kürtçe” yasakları,
etnisite konusunda ayrışımı daha da keskinleştirmiştir.
Kavramlar üzerinde
yapılan tartışmalarda, rasyonel ve tarihi gerçeklerimiz de göz ardı
edilmemelidir. Barış sürecinde elbette farklı anlayış ve görüşler olacaktır. AK
Parti cenahının “Türkiye vatandaşlığı” herkesi
kucaklayan, kapsayan ve varlığını içerisinde rahatlıkla görebileceği bir
kavramdır.