DEMOKRASİ
VE EKONOMİK BAĞIMSIZLIĞIMIZ
Bugünlerde Türkiye’nin gerçek gündeminin neler olması gerektiği konularında
biraz kafa yormamız, hem memleketimiz, hem de milletimiz için daha elzemdir
diye düşünüyorum.
Bu düşüncemi birçok
vatandaşın paylaşacağına inanıyorum. Çünkü vatandaşın derdi ile siyasilerin
derdi bir değil. Siyasetçilerle halk aynı frekansta değil. Ayrı ayrı telden
çalıyorlar.
Dün
ve bugünün bir değerlendirmesini yapacak olursak, Türkiye Cumhuriyetinin
kuruluşuna gitmemiz gerekir. Gelin hep beraber biraz gerilere gidelim ve
hafızalarımızı tazeleyelim.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasından sonra 1923-1950 tek partili dönemi,1950-1960 arası dönemi,1960-1971dönemi ile 1971-1980 arası toplumsal kargaşa döneminden bu güne Türkiye’nin Ekonomik ve Demokratik gelişimini süzgeçten geçirelim. Bakalım dün ne idik bugün ne olduk.
Kurtuluş Savaşı kazanıldığında, Anadolu’nun
tarım ve hayvancılığı ile sanayisi yok edilmiş, ülke baştanbaşa yakılmış ve
yıkılmıştı. Fakat başlangıçta toplu iğne bile yapamayan bu millet, kısa zamanda
Atatürk’ün önderliğinde uçak, gemi gibi modern savaş araçları üretmiş, motor ve
silah fabrikalarını kurmuştur.
Ayrıca
Atatürk, 1933-1938 yılları arasında ülkeyi ekonomik olarak ayakta tutacak bir
çok K.İ.T.’i açmış ve Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde ilk defa yaklaşık % 9
kalkınma hızını yakalamıştır. Ayrıca denk bütçe yapılmış, Osmanlı’dan kalan
borçlar ödendiği gibi yeni dış borç alınmamıştır.
Atatürk döneminde kurulan iki muhalefet partisi ile
birlikte, Atatürk’ten sonra gelen hemen bütün iktidarlar, serbest piyasa
ekonomisi taraftarı idi. Bu sebeple Türkiye,1945’ten sonra her geçen gün Batı’ya daha da
bağımlı hale gelmiştir.
Başta Atatürk olmak üzere,
Menderes ve Demirel KİT. leri açmaya devam ederek, ülkenin sanayileşmesine
katkıda bulunmuşlardır. Fakat 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Kararları ile
başlayan süreç, Türk ekonomisinin çöküşünü gerçekleştirmiştir.
Şöyle ki, başta Özal olmak üzere
12 Eylül’den sonra gelen bütün iktidarlar, yeni sanayi kuruluşları açmak şöyle
dursun, var olanları da özelleştirme adı altında yabancılara yok pahasına
satmışlardır.
Ayrıca ülkenin sadece
sanayisi çökertilmekle kalınmadı, aynı zamanda tarımı ve hayvancılığı da
bitirildi. Sonuçta Türkiye, ekonomik bağımsızlığını yitirdi. Böylece Batı,
Türkiye’de daha önce silahla yapamadıklarını bugün demokrasi yoluyla
gerçekleştirmiş oluyordu.
Türkiye’de 1945’te
başlayan çok partili siyasal yaşam, gerçek demokrasiyi getirmek şöyle dursun
mahalle, kahve ve camiler ayrılarak ülkenin bir kargaşaya sürüklenmesine yol
açmıştır.
Yine 1961’de
özgürlüklere geniş yer veren bir anayasa yapılmış, işçi haklarında gelişmeler
kaydedilmişti. Fakat dış güçlerin planları gereği aşırı özgürlükler anarşiye
dönüştürülmüş, kurtarılmış mahalleler ve sağ-sol çatışması ile Türkiye, 1971 ve
1980 darbelerine sürüklenmiştir.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra çıkarılan Partiler
Kanunu, halkı devreden çıkararak liderler demokrasisi veya diktatörlüğü dönemini
başlatmıştır. Böylece tabir caizse, Genel Başkanlar padişahlık yetkileri ile
donatılmıştır.
Çünkü genel başkanlar delegeleri, delegeler de genel başkanları seçmekte ve partilerden kimin milletvekili olacağına, yine genel başkanlar karar vermektedir. Bu uygulama ile genel başkanların seçtiklerini, sandık başında tasdik etmek dışında, halka hiçbir şey sorulmamaktadır. Öyleyse halkın devre dışı bırakıldığı bir yönetimin adı, nasıl demokrasi olabilir?
Günümüzde Türk medyasında tartışılması gereken
konular, ülkenin ekonomik kalkınması ve yoksulluğun ortadan kaldırılması olması
gerekirken, bunun yerine borsanın inip-çıkması, ülkedeki ekonomik varlıkların, yabancılara
nasıl satılacağı ile Osmanlı’nın Ermeni Soykırımını yapıp-yapmadığı, Apo ile
pazarlık yapılıyor mu? Yapılmıyor mu? Gibi sorunların tartışılmasının ülkeye
yarar yerine zarar vereceği çok iyi bilinmelidir.
Bu sebeple en başta yapılması gereken, yeni bir
Anayasanın çıkarılması ile Türkiye’nin varlığını ve çıkarlarını koruyacak
gerçek bir demokrasinin kurumsallaştırılması olmalıdır. Sonra Batı’nın
yarattığı yapay sorunları, gündemin dışına itip, ülkedeki tarım ve
hayvancılığın geliştirilmesi ve sanayinin yeniden canlandırılması işsizliğin
sona erdirilmesi, asgari geçim standardının yükseltilmesi, ekonomik
bağımsızlığımızın bir daha sorun olmayacak şekilde kazanılması gibi Türkiye’nin
gerçek sorunları tartışılmalıdır.